Ölüme Bağlı Tasarrufların İptali - Yanılma (Hata) - Hile - Korkutma ve Zorlama - İrade Sakatlığı - Şekil Eksikliği - İptal Davası - Hak Düşürücü Süreler - İptal Def’i
Ölüme Bağlı Tasarrufların İptali
Şimdi birazcık derinlemesine düşünülmesi gereken hususlara gelelim, özellikle 2. bende: “2. Tasarruf yanılma, aldatma, korkutma veya zorlama sonucunda yapılmışsa.” Borçlar Kanunumuzda hataya ilişkin hükümleri hatırlıyorsunuz: Borç doğuran akitlerde her türlü hata iptal sebebi olmuyordu. Esaslı hata söz konusu olmalıydı yani beyan hataları esaslı olmalıydı: Miktarda hata, mahiyette hata, nitelikte hata, şahısta hata. Özellikle hata hallerini kanun koyucu böyle sınırlı sayıda değil de sadece örnek olarak zikretmişti ve bu hataların esaslı olmasını arıyordu. Sıradan saik hataları, adi saik hataları borç doğuran akitlerin iptaline sebebiyet vermiyordu. Mutlaka ve mutlaka saik hatalarının da esaslı olması gerekiyordu. Objektif olarak esaslı olmalı, sübjektif açıdan esaslı olmalı diye Borçlar Kanununu anlatırken borçlar hukuku derslerini verirken anlatmıştık.
Yanılma (Hata)
Baktığımız zaman madde metninde yanılma diyor, sıradan bir yanılmadan söz ediyor. Acaba biz nasıl yorumlayacağız bu maddeyi? Doktrin genellikle haklı olarak şöyle bir ayrım yapıyor, diyor ki: Burada her ne kadar madde metninde bir ayrım yapmadıysa da, “ölüme bağlı tasarrufun” iptalinden söz ediyorsa da vasiyetnamelerle miras sözleşmeleri arasında ayrım yapmak gerekir çünkü vasiyetnamelere biz irade prensibini uyguluyoruz çünkü yöneltilmesi gerekli bir irade açıklamasıyla karşı karşıya değiliz, bu irade açıklamasının karşısında güveni korunması gereken bir muhatap söz konusu değildir. Halbuki, miras sözleşmelerinde güven prensibini uyguluyoruz çünkü irade açıklamasının karşısında güveni korunması gereken bir muhatap söz konusudur. Bu çerçevede bakıldığında doktrin diyor ki; vasiyetnamelerde hata esaslı olmasa bile bu bir iptal sebebi olabilir.
Miras sözleşmelerinde kural olarak Borçlar Kanunumuzdaki düzenlemeleri uygulamak durumundayız yani miras sözleşmesinde ister ölüme bağlı tasarrufta bulunan taraf ister ölüme bağlı tasarrufta bulunmayan taraf hataya düşmüş olsun herhangi bir ayrım yapmaya gerek yoktur. Her iki taraf da Borçlar Kanunundaki o hatanın esaslı olmasına ilişkin düzenlemeye tabi olmalıdır. Yani miras sözleşmelerinde, miras sözleşmesinin her iki tarafı da Borçlar Kanunu 30 ve devamındaki hükümlere tabi olur. Yani hatanın esaslı olması gerekir.
Hile
Hilede de Medeni Kanunumuz bir ayrım yapmamıştır. Yine herhangi bir ayrım yapılmamasına rağmen hileyle yapılmış bir vasiyetname ile hileyle yapılmış bir miras sözleşmesini birbirinden ayırt etmemiz gerekiyor. Özellikle hile bakımından meseleye yaklaştığımızda vasiyetnamelerde Borçlar Kanunu m.36/f.2, yani borç doğuran akitlerde üçüncü kişinin hilesine ilişkin hüküm uygulanmaz. Üçüncü kişinin hilesinin akdin iptaline sebebiyet vermesi için hileden yararlanan taraf, bu hileyi bilmeli veya bilmesi gerekmeli. Halbuki vasiyetnamelerde Borçlar Kanunu madde 36’yı uygulayamıyoruz. Sonuç itibariyle, hileden yararlanan kişi söz konusu hileyi bilmese de bilmesi gerekmese de yine hileye maruz kalan yani bu vasiyetnameyi yapan kişi vasiyetnameyi iptal edebilir.
Miras sözleşmelerinde aslında durumun farkındasınız. Miras sözleşmelerinde neyle karşı karşıya kalabiliyoruz? Ölüme bağlı tasarrufta bulunan taraf var, ölüme bağlı tasarrufta bulunmayan taraf var. Siz ölüme bağlı tasarrufta bulunan tarafla ölüme bağlı tasarrufta bulunmayan tarafa ayrı hükümler uyguladığınızda adaletsiz birtakım sonuçlara varabiliyorsunuz. Dolayısıyla doktrin haklı olarak diyor ki, burada yine bir ayrım yapmayacağız; miras sözleşmelerini vasiyetnamelerden evet ayıracağız ama her iki tarafa da yine hangi kuralları uygulayacağız gerçekten de? Borçlar Kanunumuzdaki hileye dair hükümleri uygulayacağız ve Borçlar Kanunumuzdaki hileye dair hükümleri uyguladığımızda da biraz önce bahsettiğimiz o 36. maddenin 2. fıkrasını da uygulayacağız. Yani üçüncü şahsın hilesine dair hükmü de uygulayacağız. Üçüncü şahsın hilesi 36. maddenin 2. fıkrası çerçevesinde, ancak ve ancak hileden yararlanan taraf üçüncü şahsın hilesini biliyorsa veya bilmesi gerekiyorsa ölüme bağlı tasarrufun iptaline sebebiyet verebilecek.
Korkutma ve Zorlama
“Tasarruf yanılma, aldatma, korkutma veya zorlama sonucunda yapılmışsa.” Dikkat edecek olursanız korkutmada hem manevi bir korkutmadan -tehditten söz ediyor- hem de maddi bir korkutmadan, bir fiziki korkutmadan söz ediyor, bir zorlamadan söz ediyor. Bütün bunlarda yine meseleyi ikiye ayıracağız. Vasiyetnamelerde korkutma hukuka aykırı ise ve korkutmayla vasiyetnamenin yapılması arasında bir illiyet bağı varsa kişi yine vasiyetnameyi iptal edebilecek.
Hâlbuki miras sözleşmelerinde biz yine Borçlar Kanunumuzda 37. ve 38. maddelerinde düzenlenen şartların gerçekleşmesini arayacağız. Yani Borçlar Kanunumuzun aradığı korkutmaya dair belli başlı unsurlar var; örneğin esaslı olmasına dair, tehlikenin yakın olmasına dair, bu kurallarda öngörülen şartların gerçekleşmesini arayacağız.
İrade Sakatlığı
Peki, bütün bunların sonuçları nedir? Özellikle 557. maddenin 2. bendiyle “İrade sakatlığı” kenar başlığını taşıyan 504. maddesini birlikte okumamız gerekiyor. Kanun koyucu diyor ki:
“Mirasbırakanın yanılma, aldatma, korkutma veya zorlama etkisi altında yaptığı ölüme bağlı tasarruf geçersizdir. Ancak, mirasbırakan yanıldığını veya aldatıldığını öğrendiği ya da korkutma veya zorlamanın etkisinden kurtulduğu günden başlayarak bir yıl içinde tasarruftan dönmediği takdirde tasarruf geçerli sayılır.”
Burada yine dikkatli davranmamız gerekiyor. Her ne kadar kanun koyucu bir ayrım yapmadıysa da “tasarruf” demekteyse de bizim yine vasiyetnamelerle miras sözleşmeleri arasındaki farka özen göstermemiz gerekir. Kanun koyucu hiçbir ayrım yapmadan 504. maddede demiş ki: Hatayı öğrendiği andan itibaren, hileyi öğrendiği andan itibaren, korkutmanın etkisinden kurtulduğu andan itibaren 1 yıl içerisinde söz konusu vasiyetnamesini iptal edebilir demiş. Tasarrufundan dönebilir diyor. Eğer bu süre içerisinde tasarrufundan dönmeyecek olursa o vasiyetname geçerli hale gelir diyor.
Bizler şunun farkındayız, kişi vasiyetnamesinden vefat edinceye kadar her zaman dönebilir. 504. madde iptal hakkı bakımından bir süre sınırlaması getirse de kişinin vasiyetnameyi geri almasına hiçbir engel yoktur. Kişi, vefat edinceye kadar tek taraflı olan bu hukuki işleminden her zaman geri dönebiliyor, rücu edebiliyor, vazgeçebiliyor. Dolayısıyla, buradaki 1 yıllık süre özellikle miras sözleşmeleri bakımından anlam ifade edecektir çünkü miras sözleşmesinden tek taraflı olarak dönmek esasen mümkün değildir. Dolayısıyla, bir miras sözleşmesinde kişinin iradesi sakatlandıysa ve kişi; hataya düştüğünü öğrendiği tarihten itibaren, hileye maruz kaldığını öğrendiği tarihten itibaren, tehdidin etkisinden kurtulduğu tarihten itibaren 1 yıl içerisinde bu akdi iptal etmesi için gerekeni yapmadıysa bir daha o miras sözleşmesini irade sakatlıkları sebebiyle ortadan kaldırması mümkün olmayacaktır. Zaten kanunlardaki özel şartlar gerçekleşmediği müddetçe miras sözleşmesinden tek taraflı olarak dönmesi de mümkün değildir. O halde diyelim ki kişi vasiyetnamesini yaptı, yaparken hataya düştü, hileye maruz kaldı, hatasını veya hileyi öğrendi, ancak 1 yıl içinde iptal edemeden vefat etti. Mirasçılar iptal davası açabilecekler. Aynı şekilde diyelim ki kişi miras sözleşmesini iradesi sakatlanarak yaptı, hatasını öğrendi, hileye maruz kaldığını öğrendi, tehdidin etkisinden kurtuldu, 1 yıl içerisinde iptal edemeden vefat etti. Yine mirasçılar iptal davası açabilecekler.
Peki, vasiyetnameyi nasıl iptal edeceğiz? Miras sözleşmesini nasıl iptal edeceğiz? Vasiyetnameyi nasıl iptal edeceğiz diye düşündüğümüzde Medeni Kanunumuzun biraz önce okuduğunuz 504. maddesi bize bir işaret veriyor, diyor ki: “ … bir yıl içinde tasarruftan dönmediği takdirde …” Vasiyetnameden dönmeye ilişkin hükümleri hatırlıyorsunuz. Vasiyetnameden dönmeye ilişkin hükümler çerçevesinde vasiyetnamesini iptal edebilecektir. 542. maddeden söz ediyorum:
“Mirasbırakan, vasiyetname için kanunda öngörülen şekillerden birine uymak suretiyle yeni bir vasiyetname yaparak önceki vasiyetnameden her zaman dönebilir.”
Dolayısıyla, vasiyetname yeni bir vasiyetnameyle geri alınacak. Yok etmek rücu etmek de mümkün ama şimdi o tartışmalara girmemize gerek yok.
Peki, miras sözleşmesi nasıl iptal edilecek? Medeni Kanunda buna dair açık bir düzenleme yoktur. Yani hataya düşen, hileye maruz kalan, ikraha maruz kalmasına rağmen ikrahın etkisinden kurtulan kişiden söz ediyoruz. Çeşitli tartışmalar var; dört tane görüş var: birinci görüşe göre kişi miras sözleşmesinden vasiyetname yaparak dönmelidir. İkinci görüşe göre kişi vasiyetname yapmalı ve durumu Borçlar Kanunu madde 39 çerçevesinde ayrıca karşı tarafa da bildirmelidir. Üçüncü görüşe göre kişi yenilik doğuran bir dava açmalıdır. Nihayet doktrinde daha isabetli, daha pratik görünen dördüncü görüşe göre karşı tarafa Borçlar Kanunu madde 39 çerçevesinde süresi içerisinde bir iptal açıklaması yöneltmelidir.
Gelelim 557. maddenin 3. bendine: “Tasarrufun içeriği, bağlandığı koşullar veya yüklemeler hukuka veya ahlâka aykırı ise.” Borç doğuran akitlerde hukuka veya ahlaka aykırılık kesin hükümsüzlük sebebidir. Sürenin geçmesiyle kesin hükümsüzlük halinin düzelmesi de söz konusu değildir. Hâlbuki Medeni Kanunun ölüme bağlı tasarrufların iptaline ilişkin düzenlemelerine baktığınızda dava hakkının belirli bir süre ile sınırlandırıldığını görüyorsunuz. Borç doğuran akitlerde hukuka veya ahlaka aykırılık sebebiyle kesin hükümsüzlüğün ortaya çıkması için yenilik doğuran bir dava açmaya gerek yoktur ancak ve ancak bir tespit davası açılabilir. Hâlbuki ölüme bağlı tasarruf hukuka veya ahlaka aykırıysa; bağlandığı şartlar, içindeki mükellefiyetler hukuka veya ahlaka aykırıysa bir iptal davası açmanız gerekiyor. Bu iptal davası bakımından da 1, 10 ve 20 yıllık süreler söz konusudur.
Doktrin bu noktada tartışmaya başlıyor, bazı yazarlar diyorlar ki: Her ne kadar 557. maddenin içerisinde “Tasarrufun içeriği, bağlandığı koşullar veya yüklemeler hukuka veya ahlaka aykırı ise” diyorsa da biz yine Borçlar Kanunu madde 27 ve devamındaki kuralları uygulamalıyız. Yani eğer tasarruf hukuka veya ahlaka aykırıysa, daha doğrusu tasarrufta bulunanın amacı hedefi, öngördüğü sonuç hukuka veya ahlaka aykırı ise karşı taraf da söz konusu ölüme bağlı tasarruftan haberdar ise Borçlar Kanununun kesin hükümsüzlüğe dair kurallarını uygulamalıyız diyorlar. Fakat bunu kanunun lafzıyla bağdaştırmak oldukça güç hatta neredeyse imkânsızdır. Dolayısıyla, bir diğer görüş her ne kadar söz konusu ölüme bağlı tasarrufun içeriği veya bağlandığı şartlar veya içindeki mükellefiyetler hukuka veya ahlaka aykırı olsa da tasarrufun geçersiz hale gelmesi için yine bir iptal davası açmak zorundayız diyor.
Şekil Eksikliği
Demin şekil eksikliğine değindim. Şekil eksikliğiyle ilgili bir hususa daha parmak basmam gerekiyor. Medeni Kanunumuzun 558. maddesinin 3. fıkrası diyor ki:
“İptal davası, ölüme bağlı tasarrufla kendilerine, eşlerine veya hısımlarına kazandırma yapılanların tasarrufun düzenlenmesine katılmalarının yol açtığı sakatlığa dayandığı takdirde tasarrufun tamamı değil, yalnız bu kazandırmalar iptal edilir.”
Bu noktada, Medeni Kanunumuz ölüme bağlı tasarruflarla ilgili bir hususu hatırlatmaya çalışıyor: Şekil eksikliği Medeni Kanunumuzun 536. maddesi çerçevesinde de karşımıza çıkabilir. 536. maddenin 2. fıkrası diyor ki:
“Resmî vasiyetnamenin düzenlenmesine katılan memura ve tanıklara, bunların üstsoy ve altsoy kan hısımlarına, kardeşlerine ve bu kişilerin eşlerine o vasiyetname ile kazandırmada bulunulamaz.”
Yani vasiyetnamenin sadece ve sadece bu kısmı şeklen sakattır diyoruz. Dolayısıyla, 558. maddenin 3. fıkrasını Medeni Kanunumuzun 536. maddesinin 2. fıkrasıyla beraber düşünmeniz gerekir.
İptal Davası
O halde şimdi tam manasıyla iptal davasının özüne geldik. Örneğin, ayırt etme gücünden yoksun bir durumdayken vasiyetname yapan veya miras sözleşmesi yapan bir kişi ile karşı karşıyayız. El yazılı vasiyetnamede şekil eksiklikleriyle karşı karşıyayız. Resmi vasiyetnamede şekil eksiklikleriyle karşı karşıyayız veya hukuka, ahlaka aykırılıklarla karşı karşıyayız. Bir iptal davası açılmadığı müddetçe, o iptal davasında bozucu yenilik doğuran bir karar alınıp o karar kesinleşmediği müddetçe söz konusu ölüme bağlı tasarruf geçerliliğini sürdürür.
Dolayısıyla, iptal davası bozucu yenilik doğuran bir davadır. Kim açtıysa onun hakkında hüküm ifade ediyor. Örneğin murisin ölümünde altı mirasçı var. Sadece ve sadece mirasçılardan bir tanesi dava açtı, aynı ölüme bağlı tasarruftan zarar gören diğer beş mirasçı açmadı. Karar, sadece ve sadece ölüme bağlı tasarrufun iptalini talep eden davacı açısından hüküm doğuruyor diğerlerini bağlamıyor.
Davayı elbette davalı tarafa açacağız yani o ölüme bağlı tasarruftan yararlanan şahsa, örneğin şeklen sakat veya ehliyet sebebiyle sakat ölüme bağlı tasarruftan yararlanan şahsa karşı açacağız. Açtığımız dava sadece ve sadece aleyhine dava açtığınız tarafı bağlar. Kimin aleyhine açıldı ise onu etkiler.
Yani şekli anlamda ölüme bağlı tasarrufta örneğin vasiyetnamede diyelim ki şeklen sakatlık söz konusudur. İçinde de beş tane maddi anlamda ölüme bağlı tasarruf söz konusu olsun. Biz sakat olan maddi anlamda ölüme bağlı tasarruflardan sadece bir tanesi için iptal davası açmışız, bir kişi aleyhine dava açmışız. Bu aldığımız karar sadece ve sadece o davalı hakkında hüküm ifade eder. Vasiyetnamedeki geri kalan dört tane tasarruf yine varlığını sürdürmeye devam eder. Fakat borçlar hukuku derslerinden bilirsiniz ki, bir kısmi hükümsüzlükte prensip itibariyle kısmi hükümsüzlüğü benimseriz ama o iptal edilen kısım, o geçersiz kısım olmasaydı sözleşmedeki diğer hükümlerin kabul edilmeyeceğini varsaydığımızda bütün akit kesin hükümsüzlükle sakat olur.
Medeni Kanunun “Dava hakkı” kenar başlığını taşıyan 558. maddesinin 1. fıkrası kimin dava hakkı olduğunu söylemektedir:
“İptal davası, tasarrufun iptal edilmesinde menfaati bulunan mirasçı veya vasiyet alacaklısı tarafından açılabilir.”
Yani ölüme bağlı tasarrufun hükümsüz kılınmasında menfaati olan mirasçılar veya vasiyet alacaklıları bir iptal davası açabilirler. Davalı da tahmin edileceği üzere davacı aleyhine bir miras hukuku menfaati elde eden kişidir. Davalı kişi atanmış mirasçı veya vasiyet alacaklısı olabilir.
Şöyle bir örnek yapalım: Mirasbırakan birinci vasiyetnamesiyle bir taşınır veya taşınmaz malvarlığı değerini A’ya bıraktı. Daha sonra ikinci bir vasiyetname yaptı ve birinci vasiyetnamesinden döndüğünü söyledi ve söz konusu taşınır veya taşınmaz malvarlığı değerini Bay B’ye bıraktı. Söz konusu ikinci vasiyetnamenin de şeklen sakat olduğunu kabul edelim. Yani şekil eksikliği sebebiyle iptal edilebilir olduğunu kabul edelim. Peki, şimdi bu vasiyetname geçerli midir? Her ne kadar şekil eksikliği varsa da geçerlidir çünkü kanun koyucu iptal edilinceye kadar geçerlidir diyor. Bu vasiyetnamenin iptalini A talep edebilir çünkü bu vasiyetnamenin iptalinde kendisinin bir menfaati vardır. Bu vasiyetname iptal edilince birinci vasiyetnameden dönülmemiş olacak ve birinci vasiyetnamede kendisine vasiyet edilen taşınırın veya taşınmazın mülkiyetini talep etmek imkânına sahip olacaktır. Dolayısıyla A davacı sıfatına, B’de davalı sıfatına sahiptir.
Hak Düşürücü Süreler
Ölüme bağlı tasarrufun iptali davası süreye tabidir. Prensip itibariyle iki tane ana süremiz vardır. Bunlardan biri 1, diğeri 10 yıldır. Medeni Kanunumuz diyor ki, iptal davasında hak düşürücü süreler söz konusudur. Yenilik doğuran bir dava olduğuna göre zamanaşımına tabi olamaz, hak düşürücü süreye tabidir. Hak düşürücü süreler bakımından Medeni Kanun madde 559 diyor ki:
“İptal davası açma hakkı, davacının tasarrufu, iptal sebebini ve kendisinin hak sahibi olduğunu öğrendiği tarihten başlayarak bir yıl ve her hâlde vasiyetnamelerde açılma tarihinin, diğer tasarruflarda mirasın geçmesi tarihinin üzerinden, iyiniyetli davalılara karşı on yıl, iyiniyetli olmayan davalılara karşı yirmi yıl geçmekle düşer.”
1 ve 10 yıl, iyi niyetli olarak söz konusu bu sakat ölüme bağlı tasarruftan yararlanan davalı bakımından geçerlidir. Ölüme bağlı tasarruftan yararlanan o davalı taraf iyi niyetliyse davacı davasını ancak 1 ve 10 yıllık süreler içerisinde açmak zorundadır. 1 yıllık süre tasarrufu öğrendiği, iptal sebebini öğrendiği ve kendisinin hak sahibi olduğunu öğrendiği tarihten itibaren başlar. Bütün bu olguları öğrendikten sonra 1 yıl içerisinde davasını açmak zorundadır. Bu üç unsurdan bazılarını veya hiçbirini öğrenemedi, azami süremiz 10 yıldır. 10 yıl vasiyetnamelerde vasiyetnamenin sulh hukuk mahkemesi tarafından açılmasından itibaren başlar. Miras sözleşmelerinde vasiyetnamenin açılması gibi bir süreç prensip itibariyle yoktur. Orada süre mirasbırakanın ölüm tarihinden yani mirasın geçtiği tarihten itibaren başlar.
20 yıllık süre kötü niyetli davalılar bakımından söz konusudur. O ölüme bağlı tasarrufun şeklen sakat olduğunu, o ölüme bağlı tasarrufun ehliyetsizlik sebebiyle sakat olduğunu bilen veya bilmesi gereken kişiler, yani dürüstlük kuralı çerçevesinde göstermeleri gereken özeni göstererek gerçek durumun farkına varması gereken kişiler, kötü niyetli mirasçılar kötü niyetli vasiyet alacaklılarıdır. Bu vasiyetnameden veya bu miras sözleşmesinden bu şekilde yararlanan şahıslara karşı da yirmi yıl içerisinde dava açmak imkânına sahibiz. Azami süremiz 20 yıldır.
İptal Def’i
Diyelim ki mirasbırakan bir muayyen mal vasiyetinde bulunmuştur ve muayyen mal vasiyetinde bulunduğu bu vasiyetname veya miras sözleşmesi şeklen veya ehliyetsizlik nedeniyle sakattır. Mirasçılar vasiyet borçlusudur. Vasiyet borçlusu olan mirasçılar şeklen sakat veya ehliyetsizlik sebebiyle sakat olan o ölüme bağlı tasarrufun, miras sözleşmesinin veya vasiyetnamenin iptalini talep edebilirler ama dava açma sürelerine uymak zorundalar. Eğer dava açma süresini kaçırdılarsa iptal def’inden yararlanabilirler. Gerçekten de kendileri aleyhine muayyen mal vasiyetinin ifası için bir dava açıldığında onlar da bir karşı dava açabilirler. Yani örneğin şeklen sakat vasiyetnameye dayalı olarak bir dava açıldığında, bir muayyen mal vasiyetinin ifası için bir dava açıldığında onlar da bir karşı dava açabilirler. Senin dayandığın ölüme bağlı tasarruf şeklen sakattır veya senin dayandığın ölüme bağlı tasarruf ehliyetsizlik sebebiyle sakattır diyebilirler ve iptal davası sonucunda başarıya ulaşabilirler. Ama iptal davası açma sürelerini kaçırdılarsa ellerinde hangi imkân kalıyor sadece ve sadece? İptal defini ileri sürmek imkânı kalıyor.
Ama iptal defi sadece ve sadece süre kaçırıldığında mı ileri sürülebilir? Hayır! Böylesine bir dava açıldığında davalı taraf mutlaka ölüme bağlı tasarrufu iptal ettirmek için dava açmak zorunda değildir. Deyim yerindeyse sadece ve sadece iptal defini ileri sürerek de bu talebi savuşturabilir. Ama dikkat edin lütfen, ölüme bağlı tasarruf ayakta kalmaya devam edecektir. Ölüme bağlı tasarruf geçersiz hale gelmeyecektir. O, sadece ve sadece ölüme bağlı tasarruf çerçevesinde kendisinden talep edilen edimi yerine getirmekten imtina edebilecektir. Kendisine bir defi hakkı tanınmıştır. Baktığımız zaman Medeni Kanunumuzun 559. maddesinin, 2. fıkrasını konuşuyoruz. Kanun koyucu diyor ki:
“Hükümsüzlük defi yoluyla her zaman ileri sürülebilir.”
Yani bu defi hak düşürücü süreye tabi değildir, her zaman ileri sürülebilir.