Art Vasiyet Alacaklısı - Artmirasçılık ve Yedek Mirasçılık - Kurucu Artmirasçı Atama (Kurucu İkame) - Ölüme Bağlı Tasarrufla Vakıf Kurma - Mirastan Feragat Sözleşmesi
Art Vasiyet Alacaklısı
Mirasçı nasbını mirasçı atanmasını esas aldık ama mirasbırakan bir art vasiyet alacaklısı ataması da yapabilir. Medeni Kanunun “Artmirasçı atama” kenar başlığını taşıyan 521. maddesinin 3. fıkrası diyor ki:
“Bu kurallar belirli mal bırakmada da uygulanır.”
Dolayısıyla anlattığımız kurallar bünyesine uygun düştüğü ölçüde art vasiyet alacaklısı atamaya da uygulanır. Yani mirasbırakan, “Taşınmazım Bay A’ya ait olsun, Bay A beş sene kullansın, sonra Bay B’ye ait olsun.” da diyebilir, bu mümkündür.
Bu konudaki bir tartışmaya hemen işaret edelim. Bir kişi mirasçı atandığında mirasbırakanın ölümüyle kendiliğinden hak sahibi olur ama bir kişi vasiyet alacaklısı olarak atandığında yani ona bir vasiyet yapıldığında, o kişi sadece bir alacak hakkına sahip olur ve bu alacak hakkını ayrıca bir vasiyet borçlusu saptanmadıysa mirasbırakanın mirasçılarına karşı ileri sürebilir.
Yani diyelim ki Bay Mirasbırakanın geride bıraktığı bir çocuğu Ç var; Ç kanuni mirasçıdır. Bay M, Bay A’ya bir muayyen mal vasiyetinde bulunuyorum, örneğin bir taşınmazımın ona ait olmasını istiyorum deseydi Bay A bu alacak hakkını vasiyet borçlusu olan Bay Ç’ye karşı ileri sürecekti ve ondan bu taşınmazın tapu kütüğünde kendi adına tescil edilmesini talep edecekti. Yani taşınmazın Bay A adına tapu kütüğüne tesciliyle Bay A onun maliki haline gelecekti.
Bu örneği değiştirelim: Bay M’nin ikameli bir vasiyet alacaklısı tayinine gittiğini yani bir art vasiyet alacaklısı tayin ettiğini varsayalım. Yani Bay M, Bay A söz konusu taşınmazın sahibi olsun, o doktorasını veya yüksek lisansını tamamladığında artık bu taşınmaz Bay B’ye ait olsun dedi. Bu örnekte ön vasiyet alacaklısı, nispi hakkını Bay M’nin kanuni mirasçısı Bay Ç’ye karşı ileri sürecektir. Art vasiyet alacaklısı ise bu hakkını ön vasiyet alacaklısı Bay A’ya karşı ileri sürecektir. Bay A vefat ettiyse bu hakkını kime karşı ileri sürecektir? Yani mirasbırakan şöyle yapsaydı: A, ön vasiyet alacaklısıdır, onun ölümünde B art vasiyet alacaklısıdır deseydi; bu taşınmaz Bay A’ya ait olsun onun ölümünde Bay B’ye ait olsun deseydi Bay B bu art vasiyet alacaklısı sıfatından kaynaklanan alacağını kime karşı ileri sürecektir? Bay M’nin kanuni mirasçısı Bay Ç’ye karşı mı yoksa Bay A’nın mirasçısı örneğin Bay Ü’ye karşı mı? Doktrinde bizim de isabetli bulduğumuz bir görüşe göre Bay B alacağını Bay A’nın yani ön vasiyet alacaklısının mirasçılarına yani Bay Ü’ye karşı ileri sürecektir.
Artmirasçılık ve Yedek Mirasçılık
O zaman artık bu iki kavramı beraber kullanabileceğimiz bir ihtimali konuşalım. Yani bir ölüme bağlı tasarrufta hem yedek mirasçılık hem de art mirasçılık bir arada bulunabilir. Bay M Bay A’yı önmirasçı olarak atadı. Arkasından da önmirasçının ölümünde B mirasçım olsun dedi. Bu zaten klasik örneklerimizdendir. Peki, B de artmirasçıdır ama B artmirasçı sıfatını kazanamazsa C mirasçım olsun diyebilir mi? Evet, diyebilir. Yani artmirasçılıkla yedek mirasçılık aynı olayda karşımıza çıkabilir. “Bay A mirasçımdır, mirasım Bay A’ya ait olsun, onun ölümünde B mirasçım olsun ama B şu ya da bu sebeple mirasçılık sıfatını kazanamıyorsa o zaman C mirasçım olsun” derse artmirasçılıkla yedek mirasçılık aynı ölüme bağlı tasarrufta karşımıza çıkar. Bu hukuken mümkündür.
Kurucu Artmirasçı Atama (Kurucu İkame)
Kurucu ikamede, yeni tabiriyle kurucu artmirasçı atamada, fevkalade ikameye dair yani artmirasçılığa dair kurallar uygulanır. Dersin başından beri anlattığımız önmirasçı da artmirasçı da birer atanmış mirasçıdır. Kurucu ikamede ise ya önmirasçı sıfatı kanuni mirasçılara aittir ya da artmirasçı sıfatı kanuni mirasçılara aittir.
Kurucu ikameye dair birinci örnek şudur: Bay M’nin bir kanuni mirasçısı, Ç adlı bir çocuğu vardır. Ç’nin mirasbırakanın çocuğu sıfatıyla mirasçı olacağı hiç tartışmasızdır. Bay M, yaptığı ölüme bağlı tasarrufta A’yı geciktirici şarta bağlı olarak mirasçı atamıştır yani örneğin İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesini kazanırsa mirasçım olsun demiştir. Henüz bu şartın gerçekleşmediği dönemde bu miras Bay Ç’ye intikal edecek ve A İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesini kazanırsa Bay Ç mirası Bay A’ya devir ile mükellef olacaktır.
Çocuk saklı paylı mirasçıdır. Dolayısıyla, A’yı mirasçı olarak ataması saklı paylı mirasçının saklı payını alamamasına neden oluyorsa saklı paylı mirasçı tenkis davası açabilir veya tenkisle ilgili savunmaları öne sürebilir. Hazır laf açılmışken bu tenkis davasına ilişkin hükümler arasında Medeni Kanunun “Artmirasçı bakımından” kenar başlıklı 569. maddesini de okuyalım. Kanun koyucu diyor ki:
“Mirası artmirasçıya geçirme yükümlülüğü ile saklı payı zedelenen mirasçı, aşan kısmın tenkisini isteyebilir.”
Yani normal şartlar altında bu terekenin tamamı Ç’ye ait olacaktır. Ç’nin saklı payı, yasal miras payının yarısı, yani 1/2dir. 1/2 için tenkis davası açabilir.
Kurucu ikameye dair ikinci örnek de şudur: Mirasbırakan, henüz ana rahmine düşmemiş, henüz cenin olarak dahi mevcut olmayan bir kişiyi mirasçı atayabilir. Buna da Medeni Kanunumuz imkân sağlamaktadır. Bay M’nin ölümünde henüz mirasçı atanan kişi dünyada olmadığına, ana rahmine dahi düşmediğine göre miras yine kanuni mirasçılara intikal edecektir. Bay M’nin tek mirasçısının Ç olduğunu varsayalım. Ç gerçekten de önmirasçı sıfatına sahip olacaktır. Mirasçı atanmış A şahsı da, henüz cenin olarak dahi mevcut olmayan atanmış mirasçı A şahsı da artmirasçı sıfatına sahip olacaktır.
Cenin, sağ ve tam olarak doğduğu anda geçmişe etkili olarak yani ana rahmine düştüğü andan itibaren zaten hak ehliyetine sahiptir. Bu çerçevede de mirasçılık sıfatına sahiptir. Buradaki asıl konu, henüz cenin olarak dahi mevcut olmayan bir kişidir. Medeni Kanunun “İleride doğacak çocuk” kenar başlığını taşıyan 583. maddesi diyor ki:
“Mirasın açıldığı anda henüz var olmayan bir kimseye artmirasçı veya art vasiyet alacaklısı olarak, tereke veya tereke malı bırakılabilir.
Mirasbırakan tarafından önmirasçı atanmamışsa, yasal mirasçı, önmirasçı sayılır.”
Kurucu ikameyi konuşuyoruz yani önmirasçı sıfatının yasal mirasçılara ait olduğu ihtimali konuşuyoruz. Kitaplar da bize bunu söylüyor. Mirasbırakan tarafından önmirasçı atanmamışsa, yasal mirasçı, önmirasçı sayılır ve yasal mirasçı bu ileride doğacak çocuk doğduğunda söz konusu mirası ona nakil ile mükellef olacaktır. Yine tenkis davasına ilişkin hükümler elbette saklıdır. Saklı paylı mirasçı, örneğin artmirasçı terekenin tamamı için mirasçı atandı ise kendi saklı payı için tenkis davası açabilir.
Kurucu ikamenin üçüncü örneğinde de Bay M A’yı mirasçı olarak atamakta ama bu mirasçı atama işlemini bozucu şarta bağlı kılmaktadır: Mirasbırakan örneğin Bay A hukuk fakültesini 4 senede bitiremezse mirasçılık sıfatı sona ersin, dedi. Bu miras önce Bay A’ya intikal edecek, önmirasçı sıfatı Bay A’ya aittir. Artmirasçı sıfatı ise kanuni mirasçıya aittir. Zaten kurucu ikamede ya önmirasçı sıfatı kanuni mirasçıya aittir ya da artmirasçı sıfatı kanuni mirasçıya aittir.
Ölüme Bağlı Tasarrufla Vakıf Kurma
Kişi, sağlığında bir vakıf kurabilir, sağlığında kurduğu bu vakfı mirasçı olarak atayabilir. Sağlığında kurduğu bu vakfa muayyen mal vasiyetinde bulunabilir, örneğin şu taşınmaz sağlığımda kurduğum vakfındır diyebilir.
İkinci ihtimalde, kişinin kendi kurmadığı bir vakıftan bahsediyoruz zaten mevcut bir vakıf var. Kişi, yaptığı ölüme bağlı tasarrufla o mevcut vakfı, var olan bir tüzel kişiyi mirasçı olarak atayabilir. O vakfa bir muayyen mal vasiyetinde bulunabilir. Bütün bunlar zaten mirasçı atama, vasiyet alacaklısı atama, muayyen mal vasiyeti gibi kavramlarla ele alınır, açıklanır.
Yine aynı şekilde kişi, ister kendi kurduğu isterse üçüncü şahıslar tarafından kurulmuş bir vakfın amacının gerçekleşmesi için mirasçılarına mükellefiyetler yükleyebilir. Biz bu konuyu Medeni Kanunumuzun mükellefiyetlere ilişkin, yüklemeye ilişkin kurallarına göre çözüme kavuştururuz.
Bu bahsettiğimiz hususların hiçbiri şimdi anlatacağımız vakıf kurmayla alakalı değildir. Şimdi ölüme bağlı tasarrufla bir vakıf kurmadan söz ediyoruz. Kişi vakfı resmi bir senetle sağlığında kurabilir veya bir ölüme bağlı tasarrufla, özellikle de tek taraflı bir hukuki işlem olan vasiyetnameyle kurabilir. Vasiyetnameden her zaman dönmek mümkündür. Miras sözleşmesiyle de vakıf kurulması mümkündür ama o miras sözleşmesinin içerisindeki vakıf kurmaya ilişkin hüküm bağlayıcı nitelikte olmayacaktır. Miras sözleşmesinin tek taraflı içeriğine dâhil olacak, dolayısıyla yine bu tasarruftan da tek taraflı olarak dönülmesi mümkün olacaktır.
Medeni Kanunun “Vakıf” kenar başlığını taşıyan 526. maddesi diyor ki:
“Mirasbırakan, terekesinin tasarruf edilebilir kısmının tamamını veya bir bölümünü özgülemek suretiyle vakıf kurabilir.
Vakıf, ancak kanun hükümlerine uyulmak koşuluyla tüzel kişilik kazanır.”
Kanun koyucu “tasarruf edilebilir kısmı” diyerek saklı paylı mirasçıların saklı paylarına hürmet edilmelidir, onlar tenkis davası açabilirler diye uyarıda bulunmaktadır. Birinci sınıfta okuduğumuz vakfa dair kuralları hatırlayacak olursanız vakfın tüzel kişilik kazanması için ne gerekir? Vakfın yerleşim yeri asliye hukuk mahkemesi nezdinde tutulan sicile tescili gerekir. Bu sicile tescil edildiği andan tüzel kişiliğe kavuşuyor ve bu vakıf tüzel kişiliği kazandığı andan itibaren de kendisine tahsis edilen malvarlığı değerlerine kavuşuyor. Alacakların temlikine gerek yoktur, menkullerde menkul mülkiyetinin nakli için zilyetliğin nakline gerek yoktur, gayrimenkullerde tapu kütüğüne kurucu nitelikteki tescilin yapılmasına gerek yoktur. Vakıf, tüzel kişiliği kazanır kazanmaz kendisine tahsis edilen malvarlığı değerlerinin kendiliğinden sahibi haline geliyor.
Baktığımız zaman Medeni Kanunun 526. maddesine başka bir düzenleme göremiyoruz. Zaten kanun koyucu 526. maddenin 2. fıkrasında “Vakıf, ancak kanun hükümlerine uyulmak koşuluyla tüzel kişilik kazanır.” diyor. Demek ki ölüme bağlı tasarrufla da vakıf kurulduğunda elbette tüzel kişilik kazanması için gerekli prosedürün tamamlanması gerekir.
Medeni Kanunumuzun “Kuruluş şekli” kenar başlığını taşıyan 102. maddesinin 3. fıkrasında kanun koyucu diyor ki:
“Mahkemeye başvurma, resmi senet düzenlenmiş ise vakfeden tarafından; vakıf ölüme bağlı tasarrufa dayanıyorsa ilgililerin veya vasiyetnameyi açan sulh hâkiminin bildirimi üzerine ya da Vakıflar Genel Müdürlüğünce re’sen yapılır.”
Konuya ilişkin özel bir tüzüğümüz de var. Konu Türk Medeni Kanununa Göre Kurulan Vakıfların Tescili ve İlanı Hakkında Tüzükte de düzenlenmiştir. Bu tüzüğün 3. maddesinin 3. fıkrasına göre eğer bir ölüme bağlı tasarruf varsa ve bu ölüme bağlı tasarrufla bir vakıf kuruluyorsa o zaman mirasçılardan birisi bu vakfın tescilini talep edebilir. Aynı zamanda, mirasbırakan bir vasiyeti tenfiz memuru, vasiyeti yerine getirme görevlisi atamış olabilir. O zaman da bu tescil talebi vasiyeti tenfiz memuru tarafından dile getirilecektir. Vasiyetnameyi sulh hukuk mahkemesi hâkimi açıyor ve vasiyetnamede vakıf kurma işlemi varsa bu vasiyetnameyi Vakıflar Genel Müdürlüğüne bildirmekle yükümlü. Bu çerçevede de eğer mirasçılar vakfın tescili için vasiyetnamenin açılmasından itibaren üç ay içinde herhangi bir girişimde bulunmazsa, bir vasiyeti tenfiz memuru tayin edilmediyse veya tayin edilmesine rağmen vakfın tescili için süresi içinde gereken işlemlerde bulunmazsa, Vakıflar Genel Müdürlüğü vakfın tescilini talep edebilecektir. Hatta re’sen, görevinden ötürü dahi bunu yapabilmek imkânı vardır ama sulh hukuk hâkiminin vasiyetnameyi kendisine bildirmesi üzerine de bu imkâna sahiptir.
Acaba vakıf kendisine tahsis edilen malvarlığı değerlerini ne zaman ve ne şekilde iktisap ediyor? Medeni Kanunun düzenlemeleri açık ama bazı tartışmalar var. Bay M ölüme bağlı tasarrufuyla özellikle bir vasiyetnameyle bir vakıf kurma işleminde bulunmaktadır. Bu vakıf kurma işleminde bulunurken örneğin terekesinin tamamını veya belli bir oranını tahsis etmiştir veya sadece bir malvarlığı değerini özgülemiştir. Yani ilk durum mirasçı atanmasına benzemekte ikinci durum ise muayyen mal vasiyetine benzemektedir. Yazarlar arasında tartışmalar başlıyor, bu tartışmaların bütününe değinmek istemiyorum. Sadece Medeni Kanundaki düzenlemelere son derece uyan bir görüşün isabetli olduğu inancındayım, onu sizlerle paylaşacağım. Medeni Kanun diyor ki vakıf ilgili sicile tescil edildiğinde tüzel kişilik kazanır. Tüzel kişiliği kazandığında hak sahibi olur. Diyoruz ki, yaptığı ölüme bağlı tasarruf mirasbırakanın ölümünde hüküm ifade eder ama vakıf, vakfın yerleşim yeri asliye hukuk mahkemesi nezdinde tutulan sicile tescille tüzel kişilik kazanacaktır. İster mirasçı atamasına benzer bir durum olsun, ister muayyen bir mal vasiyetine benzer bir durum olsun vakıf bütün bu malvarlığı değerlerini tüzel kişilik kazandığı anda iktisap edecektir. Bunu da Medeni Kanunun 105. maddenin 1. fıkrasından çıkartıyoruz. Kanun koyucu diyor ki:
“Özgülenen malların mülkiyeti ile haklar, tüzel kişiliğin kazanılmasıyla vakfa geçer.”
İster terekenin tamamı ister bir oranı tahsis edilmiş olsun, özgülenmiş olsun; ister belli bir muayyen mal tahsis edilmiş olsun özgülenen malların mülkiyeti ile haklar, örneğin bir alacak hakkı, tüzel kişiliğin kazanılmasıyla vakfa geçer.
Bu noktada bir 105. maddenin 3. fıkrası da diyor ki:
“Ölüme bağlı tasarrufla kurulan vakfın mirasbırakanın borçlarından sorumluluğu, özgülenen mal ve haklarla sınırlıdır.”
Diyor ki kanun koyucu, mirasbırakan bir ölüme bağlı tasarrufta bulundu. Bu ölüme bağlı tasarrufla bir vakıf kurdu. Bu ölüme bağlı tasarrufla kurulan vakıf, mirasbırakanın borçlarından sorumluysa mirasbırakanın borçlarından sorumluluğu özgülenen mal ve haklarla sınırlıdır. Vakfın mirasbırakanın borçlarından sorumluluğu devletin bu konudaki sorumluluğuna benzemektedir. Devletin mirasbırakanın borçlarından sorumluluğu da kendisine intikal eden tereke mallarıyla sınırlıdır.
Bu tereke mirasbırakanın ölümünde kime geçecek? Kanuni mirasçılara geçecek. Yine tek çocuk bıraktığını varsayalım. Bu tereke Bay Ç’ye ait olacaktır. Vakıf söz konusu haklara tüzel kişiliği kazandığı anda sahip olacaktır. Bu tüzel kişiliği kazandığı anda terekenin belli bir oranına veya terekenin tamamına veya belirli bir mala da sahip olacaktır. Bu durum, kurucu ikame olarak karşımıza çıkıyor. Önmirasçı sıfatı kanuni mirasçıya aittir. Ondan sonra vakıf kurulmaktadır. Dolayısıyla, kurucu ikameye benzer bir yapıyla karşı karşıyayız.
Ölüme bağlı tasarrufla vakıf kurmada, tahsisle vakıf kurma olgusu iç içe geçtiği için vakfın kendisine yapılan tahsisi de reddetmesi mümkün değildir.
Mirastan Feragat Sözleşmesi
Mirastan feragat konusunda saklı paylı mirasçılarla ilgili bilgileri tekrar hatırlamamız gerekir. Bir kişinin saklı paylı mirasçıları: sağ kalan eşi, onun altsoyu yani çocukları ve torunları ve anne babasıdır. Mirasbırakanın yaptığı ölüme bağlı tasarruflarında saklı paylı mirasçıların saklı paylarına riayet etmesi gerekir. Aksi takdirde saklı paylı mirasçılar, bu somut örnekte Bay Ç tenkis davası açabilir veya tenkis savunmasında, tenkis def’inde bulunabilir.
Bay Mirasbırakan, saklı paylı mirasçısı çocuğu Bay Ç’yi mirastan feragate davet edebilir ve Bay Ç de mirastan feragat edebilir. Yani taraflar arasında bir mirastan feragat sözleşmesi yapılır. Mirastan feragat sözleşmesinin asıl önemi saklı paylı mirasçılarla yapıldığında ortaya çıkar. Zira mirasbırakan saklı paylı mirasçılarını ıskat sebepleri yoksa ancak böyle bir sözleşmeyle mirasından mahrum edebilir. Mirastan feragat sözleşmesi ile birlikte mirastan feragat eden saklı paylı mirasçılar artık bu mirastan hiçbir şekilde pay alamazlar ve saklı paylı mirasçı sıfatıyla tenkis davası açmak imkânları da kalmaz.
Bir kişi diğer mirasçılarıyla da yani saklı paylı olmayan mirasçılarıyla da bir mirastan feragat sözleşmesi yapabilir. Örneğin; kardeşleriyle, kardeş çocuklarıyla, yeğenleriyle, büyük anne ve büyük babalarıyla, amca, hala, dayı, teyzesiyle de mirastan feragat sözleşmesi yapabilir. Ama mirasbırakan saklı paylı olmayan mirasçılarını mirasından bir vasiyetname yaparak da mahrum bırakabilir. Ayrıca bir ıskat sebebi bulunması da gerekmez.
Yani mirastan feragat sözleşmesi çeşitli şekillerde karşımıza çıkabilir. Mirastan feragat sözleşmesi sıradan yasal mirasçılarla yapılabileceği gibi saklı paylı mirasçılarla da yapılabilir ve asıl etkisini de saklı paylı mirasçılarla yapıldığında ortaya koymaktadır.
Mirastan feragat sözleşmesi feragat edenin tüm miras hissesine ilişkin olabileceği gibi onun miras hissesinin bir kısmına da ilişkin olabilir. Yani mirasbırakanın diyelim ki, Ç1 ve Ç2 isminde iki çocuğu vardır. Tam miras payları 1/2, 1/2’dir. Örneğin Ç1 ile miras payının tamamı için mirastan feragat sözleşmesi yapılabileceği gibi onun miras payının bir kısmından feragat etmesi için de mirastan feragat sözleşmesi yapılabilir. Yani muris sen sadece bu terekeden 1/4 pay alacaksın diyebilir o da kabul edebilir.
Mirastan feragat sözleşmeleri ivazlı veya ivazsız olabilir. Bay M’nin Ç1 ve Ç2 ismimde iki çocuğu olduğunu düşünelim. İvazlı feragatte Ç1 bir mirastan feragat sözleşmesinin tarafı olmakta, mirastan feragat etmekte; Bay M de onun feragatini sağlamakta, onun feragatini kabul etmektedir Hatırlayalım; Bay Mirasbırakan, Bay M ölüme bağlı tasarrufta bulunmaktadır. Sağlararası kazandırma borcu da yine Bay M’nindir çünkü Ç1 der ki, ben bu mirastan feragat ediyorum ama bana şu taşınmazın mülkiyetinin nakli kaydıyla, bana şu kadar bin TL’nin ödenmesi kaydıyla feragat ediyorum. İvazlı feragatin en önemli özelliği ivazlı feragatin feragat edenin altsoyunu da etkilemesidir. Aksi kararlaştırılabilir fakat aksi kararlaştırılmadığı müddetçe feragat edenin altsoyu da mirasçı olmayacaktır. Yani bu örnekte Bay Ç1’den doğan bir torun T olduğunu varsayalım. Eğer bu bir ivazlı feragatse aksi kararlaştırılmadığı müddetçe halefiyet kuralı çerçevesinde Bay T de Bay M’ye mirasçı olamayacaktır. Hâlbuki bu feragat ivazsız bir feragatse Bay Ç1, mirasbırakandan önce ölmüş gibi addedileceği için Bay T Bay M’ye mirasçı olacaktır.
Medeni Kanunun “Mirastan feragat sözleşmesi” kenar başlıklı 528. maddesi diyor ki:
“Mirasbırakan, bir mirasçısı ile karşılıksız veya bir karşılık sağlanarak mirastan feragat sözleşmesi yapabilir.
Feragat eden, mirasçılık sıfatını kaybeder.
Bir karşılık sağlanarak, yani bir ivazlı feragat söz konusuysa, bir karşılık sağlanarak mirastan feragat, sözleşmede aksi öngörülmedikçe feragat edenin altsoyu için de sonuç doğurur.”
Bu hükmün 3. fıkrasının mefhumu muhalifinden yani zıt anlamından yaptığımız çıkarım şudur: Bir karşılık sağlanmadan bir feragat yapılıyorsa o zaman bu ivazsız, karşılıksız feragat, feragat edenin altsoyunu etkilemeyecektir. Yine birtakım tartışmalar var siz tartışmaları kitaplardan okursunuz şu anda detayına girmek istemiyorum. Ancak, Medeni Kanunun bu hükmünün lafzına, amacına en uygun düşünce gerçekten de budur.